Kur’an Tefsirinde Esas’lı Bir Çalışma
Türk okuyucusunun eserlerinden dolayı yakından tanıdığı Said Havva’nın birçok kitabının yanında onun “Tefsirde Esas, Sünnet ve Sünnetin Fıkhında Esas ve Nasları Bilme ve Anlama Kaidelerinde Esas” adlı ve birbirini tamamlayan serisi içinde yer alan tefsir kitabı kanaatimizce çağımızda okunması gereken çalışmalarından birisidir. Bu yazıda yazarın tefsiri için yazdığı önsözü sizinle paylaşmak istedik. Yazar bu üç çalışmayı niçin yaptığını ve özellikle tefsirini niçin yazdığını aşağıda okuyacaksınız:
“Benim bu diziye “Yöntemde Esas” adını verip bu üç kısmın içinde “Esas” kelimesini kullanmış olmamın sebebi, müslüman kardeşlerime üzerinde yapı yükseltebilecekleri bir temel/esas sunmaktan ibarettir. Okuyucu bu diziyle, Kur’an’ı anlamakta, Sünnet’i ve onun fıkhını kavramakta nasıl bir temel verilmiş olacağını görecektir.
Bu dizinin her üç kısmında da müslümana, itikadî fırkalar konusunda İslam ümmetinin ihtilaf sebeplerini gösterip, hak itikadın parlak delillerini sunmaya özel bir şekilde gayret ettim. Bütün bunların üzerinde durmak, çağımızın bir gereğidir. Bizim hizmetimiz, bu ümmetin Rabbinin kitabına, yüce Peygamberinin Sünnetine yaptığı hizmetlere katılmış bir yeni halkadır.
Gerçek şu ki, ilim tarihinde; Kur’an’ın naslarına ve Peygamber Sünnetinin naslarına hizmet edildiği kadar herhangi bir sahaya hizmet sunulmuş değildir. O kadar ki bu hizmetin çeşitli yanlarını ortaya çıkaran ilimlerin toplamı onları hatta yüzleri bulmaktadır. Bu yolda telif edilmiş eserlerin toplamının sayı ile ifade edilmesine imkan yoktur. Kitap ve Sünnetten çıkmış ilimlere dayanılarak yazıldığı kabul edilebilecek kitaplar ise bunun dışındadır.
Her çağın kendisinden önceki çağlardan farklı bir takım ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla, önceki çağlarda yaşamış müelliflerin sunduklarından yararlanarak Kur’an ve Hadis kütüphanesine nelerin ekleneceğini bilmek için çağımızın ihtiyaçlarını dikkate almak kaçınılmazdır. Bununla birlikte şu noktayı da göz önünde bulundurmamız gerekiyor: Öncekilerin yazdıklarına herhangi bir şey eklemek veya en azından o konuda yeni bir şeyler ilave etmek gerekmeyebilir. Böyle bir durumda çağdaş müellifin yapacağı, öncekilerin yaptığı çalışmaların tahkikini yapmaktan öteye gitmeyecek, ve bunlar arasından bir seçim yaparken de içinde yaşadığı çağın ihtiyaçlarını göz önünde bulunduracaktır.
Kur’an ve Tefsir’e dair
İlim adamlarımız, belirli bir sûrenin kendi ayetleri ve Kur’an’ın diğer sûreleri ile olan bağlantısı ve Kur’anî anlatım düzeni etrafında pek çok şeyler söylemişlerdir. Kur’an’ın “tıvâl, miûn, mesânî ve mufassal” kısımlarından söz eden naslar da bulunmaktadır. Bildiğim kadarı ile bu hususlardan kapsayıcı bir şekilde söz etmiş bir müellif yoktur. Herşeyin çokça sorgulandığı çağımızda pek çok kişi Kur’ân-ı Kerîm ayetleri ve sûreleri arasındaki ilişkiyi, Kur’an sûrelerinin sıralanışındaki sırrı sorup durmaktadırlar. O halde bu konuda söz söylemek, içinde bulunduğumuz çağın gereklerinden birisidir.
Bu konuda yapılmış birçok yanlışı düzelterek önemli bir ihtiyacı/gediği kapatmak ve benden önce kimsenin el atmadığı çok konuda da yeni şeyler eklemek lütfunu yüce Allah bana bağışlamış bulunuyor.
Çağımızda pek çok ilim dalı bulunmaktadır. Bu ilimler naslara yeni anlayışlar sunmuş ya da eski bir takım anlayışları tercih eymeye itmiştir. Bu ilimlerden ve bunlardan kaynaklanan gerçeklerden hareket edilerek Kur’an’ın ihtiva ettiği pek çok gerçek ile ilgili birtakım sorular ortaya atılmıştır. Bütün bunların etkisiyle Kur’ân-ı Kerîm’in bu noktaları kapsayacak şekilde sunulması kaçınılmaz oluyor… İşte ben tefsir kısmında birtakım sorulara cevap vermeye, naslara açıklık getirmeye; ilmin problemleri ile yeni çalışmalar noktasında da delilleri imkanlarım ölçüsünde ortaya koymaya gayret ettim.
Çağımızda Kur’an hakkında kuşkular, Kur’an’a itirazlar, Kur’an’a dayalı sosyal, iktisadî ve siyasî bir hayatın kurulmasının mümkün olup olmayacağı ile ilgili şüphe ve itirazlar da artmış bulunuyor. Çağdaş hayatın Kur’anî bir temel üzerinde kurulması arzusu karşısında, hem bölgesel hem de evrensel bir çok kavramlar allanıp pullanarak yeni yönelişler ve aksi istikamette gidişler bulunmaktadır. Gerçek müslümanlar da insanlığın, gerçekten uygulamakla yükümlü oldukları Rabbanî biricik kitabın Kur’an olduğu konusunda bütün dünyayı ikna etmek için, konuyu açıklamak gibi ağır sorumluluk isteyen bir hareket içerisinde bulunmakla karşı karşıyadırlar. Bunu gerçekleştirmek ise bu amaca denk bir gayret ve çalışmayı gerektirmektedir. Bu dizinin tefsir bölümünün bu konuya hakkıyla eğildiğini umuyoruz.
Bugün İslamî kişilik Kur’anî manaları gereğince kavramaktan ve içine sindirmekten uzaklaşmış bulunuyor. Aynı şekilde İslam ümmeti de Allah’ın kitabının müşahhas ifadesi olmaktan çok uzaklardadır. Kur’an’ın ortaya çıkardığı İslamî kişiliğin yeniden geri gelmesi ve İslam ümmetinin hayatına Kur’an’ın geri dönmesi sonucu, Kur’anî manaların müşahhas ifadesi olarak bu ümmetin yeniden ortaya çıkabilmesi için büyük bir gücün harcanması kaçınılmazdır. Bu çok yönlü bir konudur. Herhalde bu tefsir bu çok yönlü konuda belirli bir görev ifâ edecektir. Çünkü bu konu, çağımız müslümanının zihninin uğraşması gereken en önemli konular arasında yer alır.
Çağımız müslümanı, herhangi bir konuda yapılmış araştırmanın özünü direkt delilleri ile alıp öğrenmek ister. Araştırmanın kendisi ise, bir grup insanın önem verdiği ve bundan zevk aldığı bir konudur. Bu bakımdan tefsir kaynaklarını okuyan bir müslüman okurken usanmakta bazen de değişik görüşler, pek çok rivayetler, sonu gelmez tartışmalardan sıkılıp aralarında kaybolmaktadır. Bütün bu hususlar konusunda ihtisaslaşmak durumunda olmayan müslümanlar için özetlenmelidir ki, Allah’ın kitabı herkes tarafınan kolaylıkla anlaşılabilsin. Ben bu zorunlu noktaya tefsir kısmında riayet ettim. Fazla karşıklığa meydan vermeden, Kur’an’ın anlaşılmasında doğrudan ilişkisi bulunmayan hiçbir bilgiyi aktarmadım.
Yine çağımızda birtakım İslamî problemler gündemdedir. Bizzat müslümanlar arasında yapılan tartışmalar vardır. Bu problemin bir kısmı, eski tartışmaların devamıdır. Sebebi, ya mezhebî ihtilaf, ya da itikadî farklılıktır. Bunların bir kısmı da çağımızda ortaya çıkmıştır. Bu konuda ise belirli bir nokta üzerinde istikrar kazanmak gerekir. Ben bu dizinin tümünde, bu meselelerden herhangi birisi ile ilgili bulunan bir yere geldikçe bu konuda gerekli açıklamaları vermeye çalıştım. İşte bu, çağımızın gereklerinden birisi olarak kabul edilen noktaların en belirgin olanıdır. Tefsir kısmında bunu hedef aldığım gibi, bunların bir kısmı bu dizinin tümünde de hedef alınmıştır.
Diğer taraftan bazı noktalar var ki bunlar başlı başlarına hedef alınmamış, bu tefsir üzerinde çalışmaya başladığım şartlar dolayısıyla kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Tefsir ile uğraşmak isteyen herkes kendisini iki durum ile karşı karşıya bulacaktır:
1. Elde etmek istediği tefsir bilgisinin bir kısmını güvenilir bir tefsirde bulabilir. Dolayısıyla o, sadece bu bilgileri nakletmeye bazen de basite indirgemeye gerek duyar.
2. Müfessirin, tefsirinde gerçekleştirmek istediği özel maksatlar için muayyen bir gayret harcaması gerekir. Basit bir noktayı gereği gibi açıklayabilmek için yüzlerce sayfa okumak ihtiyacını duyabilir.
Birinci noktayı gerçekleştirmek için işin başında yalnızca İbn Kesîr ve Nesefî’nin tefsirlerine güvenmek kendi tercihim sonucu ortaya çıkmış değildir. Çünkü ben bu işe başladığım dönemde hapisteydim ve elimin altında bu iki tefsirden başkası yoktu. Bunlar gerçekten de ünlü iki tefsirdir. Biricisinde rivayet ağırlıkta iken ikincisinde itikadî ya da mezhebî hususların özlü bir şekilde tahkik edilmesi noktası daha ağır basar. Bununla birlikte her iki tefsir de Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinin harfî manasını vermek çabası gösterir.
Ben bu iki terfsirden hareketle Allah’ın kitabının harfî manalarını açıklamaya gayret ettim, bazen de toplu manalarını vermek durumunda oldum. Böylelikle bu tefsirin amaçlarından birisi olan bu noktayı mümkün olduğu kadarıyla gerçekleştirdim. Bundan sonra bu tefsirde gözettiğim hedefleri –eğer şartlarım değişecek olursa- sonraya bıraktım.
Çalışmamın birinci aşamasında tefsirimde sözünü ettiğim iki tefsirin bir özetini vermeye, bunlarda bulunan değerli bilgileri özetlemeye gayret ettim. Tefsirimin hedefleri ile uyuşmayan noktaları ise bir kenara bıraktım.
Pek çok müslümanın İbn Kesîr’in tefsirindeki bilgileri elde etmek için özel bir gayret harcadıklarını görüyordum. Bu tefsirin ihtiva ettiği bütün bilgileri öğrenebilmek konusunda pek çok kişinin başarısız olduğunu ise hâlâ görmekteyim. Bunun sebebi şudur: Bu tefsir içerisindeki bilgileri elde edebilmek, ilim adamı için ayrı bir özellik, fakat sıradan bir kimse için çok yorucudur. Çünkü, İbn Kesîr bir konuyu incelerken o konudaki değişik rivâyet, sened ve görüşleri zikretmiştir. Ben okuyucuyu rahatlatmak istediğimden bu tefsirde bulunan toplu manaların, harfî anlatımların ya da burada zikredilmiş faydalı birtakım bilgilerin özetini vermeye çalıştım. Öyle ki, tefsirimi okuyan bir kimse, -okuyucuyu usandıracak bilgilerin dışında kalan hususlarıyla- İbn Kesîr Tefsiri’ndeki bilgileri elde etmiş olduğundan emin olabilir.
Buna ek olarak Nesefî Tefsiri’nde yer alan pek çok tahkik ve faydalı hususlar da buna eklenmiştir. O kadar ki, bu tefsir neredeyse Nesefî Tefsiri’nde yer alan pek çok bilgiyi kuşatabilecek hale gelmiştir. Bununla birlikte bu tefsirin hedeflerine uygun düşmeyen pek çok noktayı da nakletmeye gerek görmedim. İşte bunlar, bu tefsirin ayırıcı özellikleri olmakla birlikte aslında hedef olarak gözetilmiş değildirler. Bu iki tefsirden hareketle tefsirimi üzerinde yükselttiğim temeli ortaya çıkardım. Bundan sonra da bu tefsiri okuyucunun gördüğü şekilde tamamlamaya çalıştım.
Yaptığım bütün derlemelerimdeki alışkanlığımı okuyucu burada da görecektir. Kitabımın gerektirdiği herhangi bir bilgi arzuladığım ve beğendiğim şekilde başkası tarafından verilmişse, ya da asla yapamayacağım bir şekilde ortaya konulmuşsa yeniden düzenlemek külfetine kendimi sokmadım. Çünkü hedef sadece Allah’ın rızasıdır. Aktarmak istediğim bilgiler arzuladığım şekilde değilse ben onu aşacağımı ümit ediyorum.
İlim adamlarımız kendi kitaplarında uzun bölümleri başkalarından aktarmaya devam ediyorlar, bunların kime ait olduklarını belirtmiyorlar. “Herhangi bir ilim ya da bir daldaki bir yenilik, sahibi belirtilmeksizin nakledilme hakkını verir” düşüncesinden hareket ediyorlar. Ben böyle bir şey yapmadım, naklimin kime ait olduğunu belirttim. Ben bunu bir noktayı açıklamak üzere zikrettim. Başka noktayı açıklamak üzere de şunları söylüyorum:
Gazâlî’nin yazdığı “İhyâu ‘Ulûmi’d-dîn adlı eser, sadece Kûtu’l-Kulûb ve er-Riâye kitaplarının bir araya getirilmesinden ibarettir,” denilmesi nasıl bir haksızlık ise, benim bu tefsirime “bu tefsir iki kitabın özetidir” denilmesi de bir haksızlıktır. Bununla birlikte tefsirimin, İbn Kesîr ya da Nesefî tefsirinden üstün ve ayrıcalıklı olduğu iddiasında bulunmuyorum. Söylemek istediğim, benim bu tefsirimde başka bir şey daha vardır; o da şudur: İbn Kesîr veya Nesefî’nin, -Allah ikisine de rahmet eylesin- asla hedef almadığı bir takım hedefleri bu tefsir çok yerde gerçekleştirmiş bulunuyor.[1]
Yazarın “Kur’an-Sünnet” ilişkisini anlattığı bölüm ise gelecek yazıda ele alınacaktır.
Mahmud Salih
Kuranvakti.com
26 Rebiülevvel 1433
[1] Said Havva, el-Esâs fi’t-Tefsir, I/5-9, Terceme, M. Beşir Eryarsoy, Şamil Yaynları, İstanbul 1989.