29. Ankebut Suresi

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla...

1. Elif. Lâm. Mîm. (bkz. 2/1)
2.İnsanlar, sadece “İman ettik” demeleriyle, hiçbir imtihandan geçirilmeden, bırakılıvereceklerini mi sandılar?
3. Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.
4. Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar!
5. Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.
6. Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir. (O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
7. İman edip iyi işler yapanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.
8. Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.
9. İman edip iyi işler yapanları, muhakkak sâlihler (zümresi) içine katarız.
10. İnsanlardan kimi vardır ki: “Allah’a inandık” der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, “Doğrusu biz de sizinle beraberdik” derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?

Bu manaya göre, samimi iman sahibi olmayan bu gibi kimselerin, Allah yolunda eziyete uğradıklarında, karşılaştıkları dünyevi işkenceleri, Allah’ın ahiretteki azabına denk tutmaları anlatılmış olur. Bir de, “İnsanlardan gördüğü ezayı, Allah’ın azabı imiş gibi sayar” manası verilmektedir.

11. Allah, elbette (O’na gönülden) iman edenleri de bilir, iki yüzlüleri de bilir (ortaya çıkaracaktır).
12. Kâfirler, iman edenlere: Bizim yolumuza uyun, sizin günahlannızı biz yüklenelim, derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.
13. (Fakat gerçek şu ki) elbette kendi yüklerini (veballerini), kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.

12. ayette, kafirlerin başkalarının günahını yüklenmeyeceği belirtilirken, bu ayette, doğru yoldan saptırdıkları kişilerin veballerini de taşıyacakları ifade edilmektedir. Fakat burada uyumsuz bir durum yoktur. Zira önceki ayette, kafirlerin, saptırmak istedikleri kimseleri kandırmak için onlara “Sizin günahınızı biz yükleneceğiz” deyip onların günahlarını kaldırmayı vaad ettikleri anlatılmaktadır. Her iki ayet birlikte incelendiğinde, hiç kimsenin başkasının günahını –bizzat kendisi çekmeyi göze alsa bile- kaldırtmaya gücü yetmeyeceği, bununla birlikte, başkalarını doğru yoldan saptıranların kat kat vebal yüklenecekleri, fakat böylece, yoldan sapanların da kendi günahlarından kurtulmuş olmayacakları anlaşılmaktadır.

14. Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15. Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.
16. İbrahim’i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: Allah’a kulluk edin. O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.
17. Siz Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
18. Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber’e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.
19. Allah’ın, yaratılanı ilk baştan nasıl yarattığını, (ölümden) sonra bunu(nasıl) tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.

Bir taraftan, ölümden sonra dirilmeye, diğer taraftan da, tabiaattaki sürekli yenilenmeye işaret olunmaktadır.

20. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.
21. O, dilediğine azabeder, dilediğini esirger. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
22. Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah’ı) âciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.

İlahi hükümden kurtulmak için ne yeryüzünün en gizli yerine saklanmanın, ne de gökyüzüne çıkmanın fayda vermeyeceği anlatılmakta, insanların göğe çıkacaklarına da dolaylı olarak işaret edilmektedir.

23. Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır.
24. Kavminin (İbrahim’e) cevabı ise: “Onu öldürün yahut yakın!” demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.
25. (İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.
26. Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim’e(emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir, dedi.

Lut peygamber, Hz. İbrahim’in kardeş çocuğudur. Peygamber olduğu dikkate alındığında, onun daha önce küfürde olup da iman getirdiği düşünülemez.Ayette Hz. İbrahim’i ilk tasdik edenin Lut aleyhisselam olduğuna işaret edilmektedir.

Hz. İbrahim’in, zevcesi Sare ve Hz. Lut ile birlikte –kendi doğum yeri olduğu söylenen- Küsa köyünden Harran’a, oradan Şam’a gittiği ve nihayet Filistin’e, Lut peygamberin ise Sodom denen yere indiği rivayet olunmaktadır. Ayet daha çok bu rivayete göre manalandırılmaktadır. Bununla birlikte, “Doğrusu ben Rabbime iltica ediyorum” şeklinde bir mana da verilmektedir.

27. Ona İshak ve Ya’kub’u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Şüphesiz o, ahirette de sâlihler (zümresin) dendir.
28. Lût’u da (gönderdik). O, kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz!
29. (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen, Allah’ın azabını getir bize!
30. (Lût:) Şu fesatçılar güruhuna karşı bana yardım eyle Rabbim! dedi.

Lut (a.s.)ın duası üzerine Allah, genç delikanlılar suretinde melekler gönderdi. Sapıklar onlara da tecavüze yeltendiler ve sonunda helak oldular.

31. Elçilerimiz İbrahim’e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir.
32. (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, (azapta) kalacaklar arasındadır.
33. Elçilerimiz Lût’a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler.

Melekler, insan kılığında geldiklerinden, ilk önce Hz.Lut onların melek olduğunu anlayamadı. Delikanlı şekline bürünmüş oldukları için, kavminin onlara da sarkıntılık etmesinden endişelendi. Bunun üzerine melekler, durumu açıklığa kavuşturdular.

34. “Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz.”
35. Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişânesi bırakmışızdır.

Bu nişane, helak edilen kavmin başına gelenlerle ilgili hikayeler, harap olan yurtlarının kalıntıları, gökten yağdırılan taşlar, kapkara akan nehirler şeklindeki izahlarla tefsir edilmiştir.

36. Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.

Ayetin “Ahiret gününe umut bağlayın” diye manalandırılan kısmı, “Ahirette sevap verileceğini umduğunuz işler yapın”,  “Ahiret gününden korkun” şeklinde açıklanmıştır.

37. Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.

“Sarsıntı” şeklinde manalandırılan “racfe” kelimesi, bu olayda deprem ve Cebrail aleyhisselamın kalplere ürküntü veren bağrışı (sayha) şekillerinde tefsir edilmiştir. Bu ikinci tefsire göre, “Onları bir titreme aldı” tarzında bir mananın verilmesi de mümkündür.

38. Âd ve Semûd’u da (helâk ettik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
39. Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.
40. Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.
41. Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!

Allah’tan başkasını dost edinerek kendilerine destek arayanların durumu, ayette örümceğe benzetilmiştir. Ayette özlü olarak ifade edildiği üzere, örümcek bütün bütün evsiz değildir, kendine yuva edinir; fakat örümcek yuvasının çürüklüğü meşhur meseldir. İşte örümceğin edindiği yuva ne kadar zayıfsa, Allah’tan başkasının destek ve himayesine güvenenlerin tutamağı da öylesine çürüktür.

42. Allah, onlar’ın kendisini bırakıp da hangi şeye yalvardıklarını şüphesiz bilir. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
43. İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.

Kureyş’in cahilleri ve beyinsiz takımı, “Muhammed’in Rabbi, sinekten, örümcekten temsiller getiriyor” diye gülüp alay ediyorlardı. Bu misallerin “insanlar” için verildiği belirtilerek, hayvandan farkı olmayan bu cahil ve düşüncesiz kimselerin bunu anlayamayacaklarına işaret edilmektedir.

44. Allah, gökleri ve yeri hak olarak (yerli yerince) yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için (Allah’ın varlık ve kudretine) bir nişâne bulunmaktadır.
45. (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.

Ayet, günaha götüren isteklerin baskısından kurtulmanın ve ruh yüceliğine erişmenin en sağlam yolunu göstermektedir. Şüphesiz bu, en geniş manada “Allah’ı anmak”tır. Kur’an tilaveti ve namaz, bunun en başta gelen şekilleridir.

Gerçekten, Kur’an’ın manalarını düşünenler için, Kur’an tilaveti, daha önce farkına varılamayan bir çok manaların açığa çıkmasını sağlar; kişiyi ulvi bir aleme götürür. Kur’an tilavetinin fazileti ile ilgili pek çok hadis vardır.

Hakkı verilerek kılınan namazın da, ruhu ulvileştireceği ve mutlaka kötülükten alıkoyacağı, bu ayette ve bir çok hadiste ısrarla belirtilmektedir. İyiliğe sevketmeyen, kötülüklerden alıkoymayan bir namaz ise, İslam büyükleri tarafından, sırtta taşınan bir vebal olarak nitelendirilmiştir.

46. İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuzdur.
47. (Resûlüm!) İşte böylece sana (önceki kitapları tasdik eden) bu Kitab’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan (Araplardan) da ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kâfirler (inatları yüzünden) bile bile inkâr eder.

Hz. Peygamber’in “ümmi” yani okuma-yazma bilmeyen bir kişi olmasının başlıca hikmeti, bu ayette açıklanmış olmaktadır: Eğer Resul-i Ekrem, okuma-yazma bilen bir kişi olsaydı, ümmi olan peygamber için bile “Bu Kur’an’ı o uydurmuştur” demeye kalkan ve en açık mucizeleri inkar eden müşrikler, iftiralarına bir ölçüde mesnet bulmuş olacaklar ve daha çok kimseleri kandırabileceklerdi.

48. Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı.
49. Hayır, o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder.
50. “Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
51. Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.
52. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Bâtıla inanıp Allah’ı inkâr edenler (var ya), işte ziyana uğrayacaklar onlardır.
53. Senden, azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat onlar farkında değilken, o ansızın kendilerine geliverecektir.
54. (Evet) senden azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Hiç şüpheleri olmasın, cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır.
55. O günde azap, onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak ve Allah (onlara): “Yaptıklarınızı (cezasını) tadın!” diyecektir.
56. Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

Bu ayetin, işkenceye uğrayan Mekke müslümanlarının zayıfları hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir.

57. Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
58. İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükâfatı ne güzeldir!
59. Onlar, sabreden kimselerdir ve yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar.
60. Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.

Rivayete göre, Hz. Peygamber Mekke’de müşriklerden eziyet gören müslümanlara Medine’ye göç etmelerini söyleyince, onlar, “Oraya nasıl gideriz? Orada ne yerimiz yurdumuz, ne malımız mülkümüz var. Bizi kim yedirir içirir?” demişlerdi. Bunun üzerine inzal edilen bu ayetle, yeryüzünde nice canlının, rızkını yanında taşımaktan aciz olduğu ve nicelerinin ertesi gün için rızık biriktirmeksizin yaşadığı, kısacası, rızkı verenin Allah olduğu hatırlatılmıştır.

61. Andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah” derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
62. Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
63. Andolsun ki onlara: “Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah” derler. De ki: (Öyleyse) hamd da Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler.
64. Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!
65. Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâsla) Allah’a yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah’a) ortak koşmaktadırlar.
66. Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etsinler ve sefa sürsünler bakalım! Ama yakında bilecekler!
67. Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke’yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

Ayette geçen “kapılıp götürülme”, öldürülme, esir edilme ve soyulup yağmalanma gibi manalarla açıklanmıştır.
68. Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zalimi kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok!
69. Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.


BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER


Adı:
Bu sure adını, “Ankebut” kelimesinin geçtiği 41. ayetten alır. “Ankebût”, örümcek demektir. 41. âyetinde kâfirlerin işleri örümcek ağına benzetildiği için sûre bu ismi almıştır.

Nüzul Zamanı: 56’dan 60’a kadar olan ayetler, bu surenin Habeşistan’a hicretten çok kısa bir süre önce nazil olduğunu göstermektedir: Bu görüşü ele alınan konunun özelliği de desteklemektedir. Bazı müfessirler, surede münafıklardan bahsedildiği ve münafık sorunu Medine’de ortaya çıktığı için ilk on ayetin Medine’de geri kalanlarının ise Mekke’de nazil olduğu görüşündedirler. Oysa burada münafıklığından bahsedilen kişiler, kafirlerin müslümanlara uyguladığı baskı ve işkencelerden korktukları için ikiyüzlü bir tutum benimseyen kimselerdi. Bu nedenle bu tür bir iki yüzlülük Medine’de değil ancak Mekke’de meydana gelmiş olabilir. Aynı şekilde bazı müfessirler de, bu surede müslümanların hicrete teşvik edildiğini görerek bu surenin Mekke’de nazil olan son sure olduğunu kabul etmişlerdir. Bu görüşler hiçbir rivayete dayanmamakta, fakat surenin ele aldığı ana konulardan kaynaklanmaktadır. Surenin değindiği ana konular tüm olarak gözönünde bulundurulduğunda, bunların Mekke’deki son döneme değil, Habeşistan’a hicretten hemen önceki şartlara işaret ettiği anlaşılır.

Ana Fikir ve Konular:
Sure ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulduğunda, nüzul zamanının müslümanların Mekke’de en şiddetli işkenceye maruz kaldıkları dönem olduğu görülür. Kafirler, İslâm’a tamamen karşı çıkıyor ve yeni dine girenler en şiddetli baskılara maruz bırakılıyorlardı. Allah, samimi müslümanları cesaretlendirmek, güçlendirmek ve iman zayıflığı gösterenleri utandırmak için bu sureyi indirdiğinde şartlar böyleydi. Bunun yanısıra Mekkeli müşrikler, her çağdaki Hak düşmanlarının uğradığı akibeti kendi kendilerine davet etmemeleri için uyarılmaktadırlar.
Bu bağlamda, o dönemde birkaç gencin karşılaştığı sorunlara da cevap verilmektedir. Mesela bu gençlerin aileleri onlara Hz. Muhammed’i (s.a) bırakıp, atalarının dinine dönmeye zorlayarak şöyle diyorlardı: “Sizin iman ettiğiniz Kur’an, ana-baba haklarını en üst seviyede tutuyor. O halde bizim söylediklerimizi dinleyin. Aksi taktirde dininizin emirlerine karşı gelmiş olursunuz.” Buna, surenin 8. ayetinde cevap verilmektedir.
Aynı şekilde bazı kabile üyeleri de İslâm’a yeni girenlere şöyle diyorlardı: “Azab ve sevap gibi şeyler bizim olsun. Bizi dinleyin ve bu adamı bırakın. Eğer Allah sizi ahirette hesaba çekerse biz ortaya çıkıp şöyle diyeceğiz: “Rabbimiz, bu insanlar masumdur, onları imandan dönmeye biz zorladık. bu nedenle bizi cezalandır.” Bu konu da 12-13. ayetlerde ele alınmıştır.
Bu surede değinilen kıssalar da çoğunlukla şu aynı noktayı vurgulamaktadır. “Onlar büyük zorluklar çektiler ve uzun yıllar boyunca eziyete uğradılar. En sonunda Allah’ın yardımına mazhar oldular. Bu nedenle cesur ol: Allah’ın yardımı mutlaka gelecektir. Fakat bir deneme ve sıkıntı dönemi yaşanmalıdır.” Müslümanlara öğretilen bu dersin yanısıra kafirler de şöyle uyarılmaktadır: “Eğer şimdi Allah tarafından hemen cezalandırılmıyorsanız, hiçbir zaman cezalandırılmayacağınız gibi bir zehaba kapılmamalısınız. Helak olmuş eski ümmetlerin izleri gözlerinizin önündedir. Bakın onlar nasıl bir akibete uğramışlar ve Allah peygamberlerine nasıl yardım etmiş.”
Daha sonra müslümanlara şöyle bir talimat verilmektedir: “Eğer işkenceler dayanamacağınız hale geldiyse, imanınızı terketmek yerine memleketinizi terkedin. Allah’ın arzı geniştir; rahatça Allah’a ibadet edebileceğiniz yeni bir yer bulun.”
Bütün bunların yanısıra kafirler de İslâm’ı anlamaya teşvik edilmektedirler. Tevhid ve ahiret ile ilgili güçlü deliller öne sürülmekte, şirk reddedilmekte ve onların dikkatleri evrendeki çeşitli ayetlere çekilerek, tüm bu ayetlerin peygamberin onlara sunduğu öğretiyi teyit ettiği söylenmektedir. (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)